3 Mart 2021 Çarşamba

Corona Günlükleri

    "Merhabalar. Seneler sonra yine yeniden buradayım. Siz şu an bilmem kaçıncı uykunuzda, bilmem kaçıncı kahvenizde ve yine bilmem kaçıncı sevişmenizdesiniz. Size muhtemel ki asla ulaşmayacak bu satırlar."
     Yukarıda yazan satırları 20 Mart 2020'de yazıp taslak olarak kaydetmişim. O günden bugüne ne düşüncelerimde ne hayatımda hiçbir değişiklik olmadı. Bu durağanlık normal mi? İyi bir şey mi? "Daha kötüsü de olabilirdi" diyerek cevaplıyorum bu soruyu çünkü daha önce böyle düşündüğümde daha kötüsü olmuştu. Fakat neden daha iyisi olmuyor? Bu soruyu düşündükçe cevabını bulamıyorum ve bulamadıkça kendimi daha da örseleyerek devam ediyorum. Yaşamaya değil, nefes almaya. "Malum, şu sıralar Covid-19 ile savaşıyoruz nefes bile alamayan insanlar var" diyerek teselli bulur olduk. E peki şükrederken artık bunun yerine ulaşması ve daha iyiye gitmesi gerekmiyor mu? Evet çok şükür nefes alıyorum, sağlığım yerinde, istediğim çoğu şeyi alabiliyorum, etrafımda (her ne kadar görüşemesek de) onlarca arkadaşım var ve ailem hayatta. Dışarıdan bakıldığında "daha neyi dert ediyorsun?" diyor olabilirsiniz. Fakat benim istediğim şey, zamanında kaçtığım insanlarla -ki bu insanlar belli bir kişi değil, insan ırkından nefret etmişimdir- artık bir arada olabilmek. Birine sarılabilmek, uzun soluklu muhabbet ortamlarında bulunabilmek ve kendi gelirimi sağlayıp hayata daha güvenle bakabilmek. Bu bahsettiğim şeyin dünyadaki karşılığı özgürlük. Özgürlüğün benim için tanımı ise her zaman şu oldu "istediğin saatte istediğin şehirde istediğin kişinin yanında olabilmek." Bunu sağlayabildiğim zaman "işte bu benim özgürlüğüm" diyebileceğim.
Uzun zamandır yazmadığım için kalemim körelmiş, bunu hissediyorum ve belki yazının bu noktasına gelmeden ekranı kapattınız. Fakat bir dipnot geçmek istiyorum; yazılarımı kendim için yazıyorum. Hitap ettiğim okuyucu kendini bulabilirse Corona bittikten sonra doya doya sarılabiliriz. Şimdilik Hoşça kalın :)

27 Nisan 2016 Çarşamba

Kendime Notlar

Sabah gözlerini bir açarsın "öf yine mi uyandım" dersin. Günün koşturmacasını yetiştirmek için koca bir küp dolusu kahve içersin; değil kahvaltı etmeye saçını başını düzeltmeye bile fırsatın kalmaz. Beyninde salak salak düşüncelerle "ulan buda mı olur, hay ben böyle işin anasını avradını, öf lanet olsun bıktım yetişememekten" dersin durursun. Başkalarının kalbi kırılmasın başkalarının işi hallolsun diye ona ağız eğ buna boyun bük şuna laf söyleme ötekine içinden küfür savururken yüzüne o gülücük maskesini tak. Herkesin laflarına, hadsizliklerine kulak tıkayıp dertleri için koşturursun. İçinden geldiği için, insanlık için, vicdanın için. Gelene eyvallah gidene eyvallah. Neden? Seviyosun. Kıymetlin. Değer yargıların sevdiklerin için çöpe gittiğinde n'olacak? O değerlerin senin gözünde bile yeri kalmayacak artık. O kadarını yapmaz dediğimiz herkes tam olarak o kadarını hatta daha fazlasını yapmıştır. Ama olsun senin kıymetlin başkadır değer yargılarının canı cehenneme; e tabi bu arada başkalarının hayatından da eksik kalmamak için telefonda ki o zımbırtı sosyal medya hesaplarından başkalarını stalklarsın. Hiç bişey bulamazsan da takarsın kulaklığı bunalım şarkılarını açıp dünyada ki tek dert senin derdin pozunu verip klip çekiliyormuş havasıyla ineceğin durağa gelince hoop yürürsün. insan düşünmeden edemiyor. Hoş gerçi benimde içinde bulunduğum teknoloji furyasında düşünmeye vakit kalmıyor. Sonra gece olur nihayet kendine uyuyacak vakti yarattıktan sonra yatağa girip uykunun gelmesini beklersin. Dertsiz gamsız olanlar direkt uykuya dalarlar ki çoğumuzun özendiği en büyük lüks belkide budur. At gibi koşturup it gibi tükenince o yatağa girsen de beyninin içi susmaz. Ulan ben niye bunu söylemedim lan niye orda sustum pü benim kalıbıma bunu nası atladım aha şunu unuttum diye diye kendimize küfredip olan 2 gram uykumuzun da içine ederiz. 
Bi dur be kardeşim. Bi dur. kendin ol nefes al gökyüzüne bak özgürlüğünü hisset salıncağa bin dondurma ye sek sek oyna aynada kendine bakıp her sabah günaydın güzellik diyerek gülümse...
Kırmak marifetse kırılmakta marifet olmalı. Neden mi? kırmak kolay birde sevdikleriniz için kırılmayı deneyin. Kırılmak neymiş öğrenin. benim de içinde olduğum tayfa varya sevdikleri uğruna canını vermeye hazır olan sizde o tayfaya dahil olmaya uğraşın. Çok değil bir kere deneyin. ağzınızdan çıkanı kulağınız değil kalbiniz duysun ki kırılmanın ne olduğunu kendi içinizde öğrenin. kırmak kolaydır kırarsın özür dilersin affedilirsin veya tamamen ilişkini kesersin. kırılmak öyle mi arkadaşım? önce duyduklarını umarım yanlış anlamışımdır diye iyi niyetinle yaklaırsın. sonra şlak diye o gerçek yüzüne bi daha çarpılır. sen doğru anladığını anlayınca bi kere parçalanırsın. sonra sözün kimden geldiğine bakıp bir daha kırılırsın. sonra kırıldığını kabul etmek zorunda kalırsın. sonra belli eder veya söylemek zorunda kalıp yüzleşmek zorunda kalınca bi daha kırılırsın.sonra özür gelir ki çoğu zaman o bile gelmez başkaları araya girince mesele sizin nezdiniz de hallolduğu kabul edilir uzatma denilir. o özrü kabul etmek varya. zulümdür. kırmak işte bu yüzden kırmak değil kırılmak marifettir canlar.

18 Mart 2015 Çarşamba

gitmek mi kalmak mı? (şiir)

gitme demek mi zor
kal demek mi
ya kalışlarımız neye kurban
tereddüt etmesek yine kalır mıydık
ya gittiğimiz yolların dönüşü olmasaydı
yine gider miydik?
cesaret miydi bizi yakan?
cahillik mi delilik mi?
vazgeçtiklerimiz bizi bekledikçe
koştuklarımız vazgeçtikçe
sürüklendiğimiz yollar uzadıkça
hiç bitmeyecek bu kavga...
gitme diyenler olmasa
bu kadar hevesli olmazdı gidenler
bekleyenler olmasa
geri dönmezdi üzenler...

13 Mart 2015 Cuma

ergenlik haklari-haklarimiz

Peki bu kadar insan varken neden bize büyürken olmasi gerekenler söylemedi? Sizin çocukken yaptığınız seçimler tüm hayatınızı etkileyecek kararlar denmedi? Yada biz karar verirken neden yapabilir miyim diye sormak zorunda bırakıldık?
Bebek doğduğu andan itibaren annesine muhtaçtır. Yemeği, temizliği, sağlığı herseyi annesine bağlıdır. Çocuk 3 yaşına gelince kaşık çatal tutabilir kendi başına yuruyebilir konuşabilir eşyalarını toplayabilir. 6 yaşına gelince okula başlıyor işte asıl kırılma noktası burasi.
Sakın onunla arkadaş olma,şu saatte beslenmeni yap,sakin onu alma onun yerine şunu al,kimseye eşyanı verme,paranın verme.... çocuk kurallarla yaşamaya başlıyor. Düşünsenize hergün birisi size ne Yemeniz ne giymeniz gerektiğini söyleyip duruyor. Arkadaşlarınızla iletişiminiz yanınızda aileniz yokken de kontrol altında. Çocuk daha 6 yaşındayken en fazla 2 3 arkadaş edinebilir duruma geliyor. Sonra bizim veled büyüyüp 10 yaşına gelip ortaokullu oluyor.
Her derse başka hoca giriyor bir havalar ben büyüdüm artistligi pat kurslara gönderiyoruz. Ama kurs seçimi yine anne babaya ait. Piyano keman teog (hele ki bu ebeveynler çalışansa) çocuk evden uzaklaştırılmak için çaba sarfedilir.
Lise tercihi döneminde Hayır benim çocuğum değerli sokakta bulmadım dışarda okuyamaz diyerek neredeyse fikri alınmadan kötü bile olsa o okul okuyan her yerde okur mantığıyla evin yakınında ki okula kayıt yapılır. Bu dönemde de arkadaş seçimine giyime hatta dinlenilen müzik tarzına bile karisilir. Veled ergenliginde isyan edecek kıvama gelince dinlemiyorlar mantığıyla kendini çeker içine kapanır. Sigaraya başlasa bile korkudan icemez. Yada bunlar ters teper okulun azılı polat alemdar i olur. O değişir.
Üniversite tercihindeyse lise tercihinin aynı evresi yaşanır. Mesleğiniz PDR uzmanlarına bırakılır. Sonuç mu?

Ne halt edeceğinizi bilmediğiniz bi meslek ve mutsuz hayat...

10 Mart 2015 Salı

bi kuple önerim var :D

insanların haberleşme, dinleme bilumum anlaşma üzerine sorunları olduğu bariz birşey. hele ki bunu normal birşeymiş gibi 'canım herkeste var' demek işin apayrı bir boyutudur. bunu kabullenmek yerine neden bir çözüm getirmiyoruz? mesela ezberciliği bırakmakla başlayabiliriz. 'ayşe bgün okula gtti' cümlesini 'ayşe bugün okula gitti' diye okumayı deneyebilir; telefondan kafamızı kaldırıp insanlara 'kolay gelsin' diyebilir; hayal kurmaya başlayabiliriz. hayal kurdukça empati yeteneğimiz gelişebilir sorgulmayı öğrenebilir,dinlenmemenin ne kadar kırıcı birşey olduğunu farkedebiliriz.
karşınızda ki insan size olanları anlatmak için çabalarken sizin karşıdaki kızı/erkeği kesmeniz, ciddi birşey konuşulurken vücudunuzun dinleme pozisyonunda olup 'yarın ne giysem' düşüncesi kafanızdayken dinleyemezsiniz. düşünmek; dinleme konusunda ki en önemli problem bana göre. sürekli o cümleyi kurarsa bu cevabı verip bozarım, bunu söylerse kendimi şöyle savunurum demek yerine neden bunu söyledi ki demek çok mu zor? lafın sonu diye bir kalıp var ya biz onu beklemiyoruz. konuşurken neden acele ederiz peki? yada yüksek sesle konuşuruz? kendimizi sorgulamadan başkasını sorgulamak; dinlemeden konuşmak en büyük at gözlüğüdür. içinde ki 'sen'i susturmadıkça dışarda ki ben'i duyamazsın....

tavsanuykusu

25 Ocak 2015 Pazar

Sınavlar-Sınavlarımız

şimdi üniversitelerde ki sınav sorunsalı çok önemli. öğrenci gözüyle anlatayım. finallere bir hafta önceden eve bol miktarda makarna, su, çikolata,kahve depolanır günde 3 4 saatlik uykuya göre vücut programlanır çalışmalar başlatılır. ilk iki gün bu düzen normal bir şeymiş gibi işler hatta espriler şakalaşmalar 'şu sınavlar bitsin şunu yapacağım' lafları havalarda uçuşur. 3. gün sabahı 'öf gene mi ders' 4.gün gözler zombiye dönüşmeye başlamış gözler,depresyon hazırlığı olan kazaklar çıkartılır, 'eve niye her şeyi aldık markete gitmelik bir şey lazım olsa. heh buldum sigara bitti' cümlesiyle bir tur atılır hoop kürkçü dükkanına. 5.gün 'bana ne ya çalışmıyorum artık inceldiği yerden kopsun' mantığıyla uyanılır akşama kadar gezip tozulur akşama doğru dank eder. hooop eklendi mi hem o günün hem ertesi günün çalışma mesaisi. ondan sonra zaten öğrenci toparlanamıyor. 6.gün değil isyan etmeye tuvalete gitmeye bile vakti kalmıyor. veterinerlik okuyan arkadaşım masa başında ezber yapıp tuvalette ki taneciklere anlatıyordu. sınav sabahı mı? her sınav sabahı aynı şey. 'lanet olsun bu hayat lanet olsun bu okul üniversiteye gelmek istemiştim sen neden bana böyle yaptın hayatım hayatım hayatım zindaaan' nidalarıyla sınav salonuna geçilir. o gözetmen hocalarımız kesinlikle CIAde çalışmalı. dibine kadar gelip kopyayı göremeyen hocalar var yahu. işin özü şu çalışsakta çalışmasakta hocaların okuduğunu pek sanmıyorum. adamın işi gücü yok senin sınavını mı okuyacak :D zaten bize hocalar denizin altında ki hayatı sorsalar kesin bilirdik. niye mi? battı balık yan gider :D :D :D